Dante: Kayıp Cennet - Sayfa
1.KISIM-1. BÖLÜM
Sisler ve Alevler
Genç bahriyeli korkusudan titriyordu. Muhtemelen az sonra
Nervin Baştonyek gibi bir canavarın uykusunu bölecek kişi olmanın heyecanıydı
bu. Koşar adımlar ile alt güvertede yürürken şöyle söyleniyordu; ‘Efendim ben…
Büyük amiral, bağışlayın efendim! Kraven denen şu adam…’ Güç sahibi insanların
vereceği tepkiler her an kolayca kestirilebilir değildir. Hele ki Baştonyek
gibi bir çılgının… Bahriyelinin bacakları titriyordu, kuzey denizinin buz gibi soğuğundan
ve heyecandan.
Bahriyeli kaptan kamarasının kapısını tıklatmış ve durumun
aciliyetinden dolayı Amiralden ses gelmeden içeri dalmıştı. Kendini uyuyan bir
ayının inine dalıp bir çubuk ile bedenini dürtüklüyormuş gibi hissediyordu. İnsanlar
çoğu zaman hayvan refleksleri verirler; canavarı uyandırdığında onu beslerse
kendine bir zarar gelmeyeceğini düşünüyordu. O, avcıya avından haber verecekti.
“Amiral Baştonyek efendimiz! Şey efendim, kalkmalısınız! Yani yanımıza gelmelisiniz,
yani efendim kalkmaya teşrif buyurup yanımıza şey etmelisiniz!” diye hıçkırarak
haykırdı. Amiral tedirgin uyuyan bir adamdı. Hele ki böylesine bir savaşta keyif
edecek vakti kendine hak görmüyordu. Üzerinde ki yorganı sol eli ile beline
indirerek, uzakta ki tehlikeye hafifçe inleyen bir Kurt gibi “Önemli bir şeyler
olduğunu anlıyorum.” diyerek yatağından yavaşça gergin bir yay gibi dikildi. Uzun
parkasını askıdan alıp iki metrelik geniş kemikli dev bedenine geçirirken, genç
bahriyeli Baştonyek’in ağırlığı ile gerilip gıcırdayan meşe kalaslarının
neredeyse çatlayacağını sanmıştı. O gerçekten büyük bir askerdi! Cüsseside öyleydi.
İki metreye yakın boyu vardı, yüzelli kilo civarında ağırlığı olmalıydı. Yaşı
da hayli olmasına rağmen güçlü kaslarının üzerinde ki derinin kırışıklığı
dışında pekte yaşlılık alameti taşıdığı söylenemezdi.
Baştonyek alt güvertenin merdivenlerinden Krusto’nun ana güvertesine
çıktığında uyku sersemliğinin üstüne basarak panik halinde savaş donanımlarını
hazırlayıp, kılıçlarını kuşanan denizcileri izledi. Amiral güvertede tüm
heybeti ile görününce bir duraksama anı oldu. Bahriyeliler kısa bir süre onun çekik,
sert bakışlı gözlerini süzüp bir korku zerresi bakındılar. O, her zaman ki
gibiydi; mağrur ve kendinden emin. Bahriyelilerin yüreğine su serpilmişti. Kaptanlarından,
Doğu Birliğinin en önemli Amirallerinden biri olan Baştonyek’in ruhundan
cesaret almışlardı.
İkinci kaptan Binbaşı Dani dürbününü indirdi, sancak baş omuzluktan
ellerini beline bağlayarak ağır adımlarla ilerleyen kaptanını süzüyordu. Kundun’da
doğmuş bir adam olduğundan Nura’ya karşı kişisel bir kini vardı. Kundun’un
altınları yüzünden birçok çocuk yetim, sayısız kadın dul kalmıştı. Dani
standart bir askerdi ve herhangi bir Nura potansiyeli yoktu. Nura olmadan bir
insanın çok daha yetkin bir hayat yaşayabileceğine inanıyordu. Rama ordusuna
katıldığında özgür halklardan biri olarak katılmanın utancını yaşamamıştı.
Komutanı Nervin Baştonyek’te eski bir Sedurdu ve Don Lusyo ile beraber
gençliğinde Molossus ve çıraklarına karşı savaşmıştı. Sedurlara göre bir
dönekti. Doğululara göre geleceği görebilen bir dehaydı. Bunca namını bırakıp
Kaiken’in ordusuna katılmıştı çünkü.
Dani’nin gecenin bir yarısı top sesleri, bağrışmalar olmadan
kaptanını neden uyandırdığını anlatmalıydı elbet. Tayfanın neden hayalet görmüş
gibi taş kesildiğini de! Ah şu Kadim Dünya mitleri… Hayalet silahlar, orduları
dize getiren tek adamlar… Binbaşının dürbününün ucunda gördüğü sıradan bir
savaş çağrısı değildi, kestirilemez şiddetti. O iyi bir askerdi ve tüm iyi
askerler gibi gizemden nefret ediyordu.
https://www.wattpad.com/user/hseyinutun
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilÇok iyi. Niye devamı gelmiyor ? Bu zamana kadar neden meşhur olmadınız ?
YanıtlaSilUmut Demir
Selamlar,
SilEn kısa sürede devamını yayınlamaya başlayacağız bu blogda.
Teşekkürler
SilUmut Demir