Dante: Kayıp Cennet - 2 (Fantastik Roman)

 
Şüphe İyidir


Yanaşan Amirale dürbününü uzatan Binbaşı “On derece kuzeybatı efendim!” dedi.  
Baştonyek güçlü çenesini kasarak iç çekti ve “Nedir bu Binbaşı?” diye sordu.
“Bir gemi efendim!”
“Şüphesiz.” diyerek tek gözünü Dani’ye dikti.
“Özür dilerim efendim, Kraven’ı bilirsiniz?”
‘Kraven… Çıplak ayak Kraven’mı?”
“O ayyaş katil mi? Hayır efendim Adalar Katliamını yapan Kraven.”
“Bin kişiyi çıplak elleri ile öldüren Kraven mı?”
“İşte o. Galen’den savaşa katıldığını duymuştum.”
“Beni niye uyandırdığını söyle yüzbaşı.”
“O düşündüğümüz Kraven. Gemisinin adına bakın.”
Baştonyek iç geçirip alaycı bir ifadeyle dürbününü yeniden kaldırdı. “Kraven Ohayo ve Tayfası… Deniz tanrıları aşkına, tebeşirle yazmışlar.”
“Kendime sorduğum şu…” diyerek lafa kaldığı yerden devam edecekti Dani fakat Baştonyek yarıda kesti.
“Şunu soruyorsun; O harabe gemi ile bu ıslak cehennemde nasıl canlı kalabilmişler?”
“Hayır efendim sorum şuydu; O harabe gemi ile neden en büyük birlik gemisinin birkaç mil ötesine demir aldılar?”
Baştonyek dürbününü kapadı. Tebessüm ediyor olmalıydı. “Seni heyecanlandırmamak için ilgisiz görünüyorum Dani ama bu tür boklardan çekindiğim kadar hiçbir şeyden çekinmem.” diyerek sislerin ardına bu defa çıplak gözlerle baktı. “Şu da var ki; ünvan avcılarının, binlerce kişiyi öldürdüğü söylenen bu adamı nasıl olup da bu zamana kadar yakalamadıklarını bilmiyorum.? Bu çocuk halen canlı!”
“Meydan mı okuyorlar sence, yoksa dümen tutamayan zavallılar mı?”
Dani cevap veremedi.
“Bazen fareler tesadüfle yılanın deliğine düşer. Yılanın tam ağzına… Tesadüfler yaşamın cilvesidir binbaşı. Belki bu olanlar öyle bir şeydir. Çünkü öyle bir şöhretle sedurlar arasında canlı kalmak imkansız. Bir mağaraya kapanmadığı da belli.”
Yüzünü buruşturarak “Bir eşeğin sırtında fillerin arasında dolaşıyor.” diyerek devam etti. “Eşeğin sırtındaki filin kalbine sahip… Bir filin düşüşünü gören bir adam, fillerden asla çekinmez. Düşünsene onu suya gömmüşüz! Sedurlar altlarına edip Mithra kıyılarına kürek çekerdi!”
“Sedurlar onu sahiplenemiyorlar. Eylemleri yok, amaçları yok!”
“Amaçsız vahşiler!” dedi Baştonyek. “Yeryüzünde daha korkunç bir tamlama yoktur. Kaplan maskeli savaşçılar da tıpkı böyle değil mi?”
Tükürür gibi bir hareketle “Onlar tam bir baş belası!” dedi. “Tarafları olmayan vahşiler. Sadece sıcak kan için soğuk denizlere indiler. Bir gün barbar sedurlardan, diğer gün Birliğimizden bir tayfayı katlediyorlar. Hayvan maskeleri takıyorlar ama… Bir kaplan tok olduğu vakit yanından yürüyerek geçebilirsin. Onun vahşeti açlığındadır. Ama insan vahşileşince kılıcını hangi kalbe soktuğunun bir önemi kalmaz. Değil mi?”
Baştonyek sislerin ardındaki harap kalyondan dikkatini alıp Dani’ye döndü. Baştan aşağı onu şöyle bir süzdü. Dani kırklarında, uzun, ince bir adamdı. Saçları halen siyahtı ve üstlerinden dökülmüş olmasına rağmen kalanları ensesine doğru itina ile taramıştı.
“Badem yağı kokuyorsun. Söylesene insan cehennemin ortasında niye saçlarını tarar? Çizmelerin de kusursuzca parlıyor…”
‘Kendime olan saygım ile ilgili. Bu savaşı tarih yazacak. O sebeple dürbünü tutuşum, kılıcımı kavrayışım bir farklılık ifade etmeli.”
“Daha önce savaşmadan önce vücuduna güzel kokular süren bir adam tanımıştım. Şimşekler aşkına! Kafasından aşağı çiçek esanslarını boca ederdi. Tek dileği öldüğü zaman cesedinin güzel kokmasıydı.”
“O adamı anlayabiliyorum.”
“Dinle Binbaşı; onlara bir ziyaret yapalım, niyetlerini öğrenelim. Yoksa büyük tayfamızın adı çok geçmeden, Kardeş Denizlerde ödleğe çıkar. Oraya git ve onları tehdit et!”
“Birkaç top atışı ile halletsek olmaz mı?”
“Sis halen yoğun, barutun ateşine sinekler gibi uçuşacak sedurların etrafta mevzilenmediğinden emin olamayız. İkincisi, o adam gerçek bir katil olabilir. Bilirsin; nura sahibi bir adamın gemisine isabet eden toplar sadece onu kızdırmaya yarar.”
Evet, sislerin arasında bir hayalet gemi vardı. Hayaletler ışıktan suretler giymiş varlıklar olarak tasavvur edilir. O halde o gemi bir cesetti. Sisin yoğun buğusunun ardından gülümseyen dişleri çürümüş yaşlı bir ihtiyara benziyordu.
Amiral tedirgindi. Binbaşı, Baştonyek’in aklını kurcalayan şeyi biliyordu. Savaş tecrübesi ile ilgili bir şey. İkisi de savaşın ve tuzağın nereden geleceğini tam olarak kestiremiyordu. Genellikle iyi bir tuzak, tıpkı böyle zamanlarda sıradanlık ve kestirilmezlik içinde belirir.
Sanki bir hayalet ile dövüşecekmiş gibi hazırlanan dev kalyonun panik halinde hazırlık eden tayfalarının aksine genç Pristof omzundaki tek kaplan pençeli rütbesi ve bordo pelerini ile hayretten, bedeni birbirine katılmış şekilde dolanıyordu. ‘Hurafeler yüzünden dağılan bir gemi… Ne yazık!’ diye mırıldandı genç asker. Olanlar anlamsızdı.
Baştonyek gibi büyük bir komutan gecenin köründe, neredeyse bitik bir sedur gemisine karşı savaş pozisyonu alan tayfasını ciddiyetle seyrediyordu. Ona göre bu gece bu gemide olanlar Birlik için içler acısı bir durumdu. Halat germekten yorulup iskele omuzluğun küpeştesine yaslanmış, piposuna tütün dolduran altmışlı yaşlarının ortalarındaki yaşlı tayfa seslendi. “Senin yöneteceğin hademe tayfalar yokmu? Ne diye dolanıyorsun parlak pelerin!” Gemiye sonradan dahil olan Prsitof sakalsız beyaz yüzünü yaşlı adama çevirip “Bu ne cüret!” dedi. “Yevmiye ile savaşan denizci; kim olduğumu biliyor musun?”

Yorumlar

  1. https://edebifeylesof.blogspot.com/
    Hayattaki her olgu hakkında bir çıkarımda bulunmak delilik midir? Buna delilik diyenin yaşamasındaki anlam nedir?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Beraber Olabilirdik (Şiir)

Ulu Meyve Ağacı (şiir)

Ruhların Okyanusu